Neden bazı insanlar sürekli hastalanırken diğerleri çılgınca sağlıklı kalıyor? Nedeni yaşadığınız travma olabilir mi? Ailesel öz geçmişinin, gen anatomisinin, mikro ve makro çevrenin (iç ve dış dünya) ve de yaptığımız tercihlerin sağlık üzerine derin etkisi analiz edilmeden iltihaplı romatizma, ankilozan spondilit, fibromiyalji ve lupus gibi birçok kronik hastalık tam olarak tedavi edilemez. Araştırmacılar, genlerin, çevrenin ve kişisel seçimlerin bağışıklı sistemini nasıl etkilediğini ve bozduğunu anlamaya çalışıyorlar.
Bazı Hastalıklarınızın Nedeni Geçmişte Yaşadığınız Bazı Travmalar Olabilir Mi?
Travmalar akut, kronik ve kompleks olabileceği gibi fiziksel, psikolojik ve duygusal da olabilir. Tolere edilebilirler ya da toksik etki meydana getirebilirler. Kalpleri parçalayıcı da olabilirler, küçük ya da büyük de olabilirler.
Arabanızdaki lastikleri düşünün. Bir çivinin üzerinden geçerseniz ve bunlardan birine zarar verirseniz, lastik muhtemelen bir süre şişirilmiş olarak kalır, ancak sonunda patlar. Gençken ve çocukken bükülmüş bir ayak bileği veya burkulmuş dizden omuz silkmiş olabilirsiniz. Yıllar sonra bu yaralanma travma sonrası romatizmaya dönüşebilir. Tekrarlanan travma ve stresin hem fiziksel hem de zihinsel sağlık üzerinde gerçek etkileri vardır.
Dahası çocukken mahallede arkadaşlarından şiddet gören bir çocukta korkunun tetiklediği hormonal dengesizlikler yıllar çok geçmeden eklem ağrılarını başlatarak jüvenil tip iltihaplı romatizmanın kapılarını açabilir.
Travma ve Kalıtım
Travmalar esnasında yaşadıklarımızı kelimelere dökme kabiliyetimiz yetersizleşir ve olayı yeterince ifade edemeyiz. Hatta zihnimiz bu durumdan etkilenerek olayı sanki hiç yaşanmamış gibi algılamamıza neden olur. Bilinçli hafıza etkilense de bilinçaltımız kayıt tutar ve asıl olaya benzer bir durumda tetiklenerek olayı açığa çıkarır ve yaşanmamış acının yaşanmasını sağlar.
Psikolojide “travmatik yeniden canlandırmalar” da denen bu durum tıpkı bedenimizde unutulmuş bir şarapnel parçası gibi olan bilinçaltındaki kayıtlarımızı özgürleştirmemizi onlardan kurtulmamızı amaçlar. Yani amacı yeniden acı çektirmek değil bastırılan acının yaşanmasını sağlayarak var olduğundan daha büyük bir ehemmiyet verilmesine son vermektir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu adı verilen bozuklukta travma geçmişte yaşanmış olsa da travmayla ilişkili olarak duyguların yeniden yaşanması söz konusudur.
Bireyin travmasının yanı sıra, psikoterapide öne çıkan gelişmeler aile ve sosyal travmalarının da önemini vurgulamaktadır ve travma modellerini açıklayabilmek için en az üç neslin incelenmesi gerektiğini söylemektedir. Biz büyük annemizi görmesek de annemize hamile olmadan bile önce yaşadığı herhangi bir travma annemizi ve bizi etkilemektedir. Bunlar açığa çıkmadan kelimelere dökülmeden de mevcut nedenlerle açıklayamadığımız şikayetler yakamızı bırakmayacaktır.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
doğal afet, ciddi bir kaza, terörist bir eylem, savaş / mücadele, istismar, şiddet, sosyal dışlanma, tecavüz veya diğer şiddetli kişisel saldırı gibi travmatik bir olay yaşayan veya tanık olan kişilerde ortaya çıkabilecek bir psikiyatrik bozukluktur.
Kişiler depresyon, anksiyete, uyku sorunları, uyuşukluk, kâbus görme, kolay uyarılma gibi belirtiler yaşamaktadır. Stresin yüksek kortizol (stres ile ilgili hormonu) seviyeleriyle ilişkili olduğuna zıt olarak bu kişilerde düşük kortizol sevileri tespit edilmiştir. Ve benzer şekilde torunlarında da düşük bulunmuştur.
Nasıl ki anne rahmindeyken besinler plasenta yoluyla anne kanından fetüse geçiyorsa öyle de hissedilen duygulara bağlı oluşan hormonlar fetüsü etkilemektedir.
DNA’mızın yüzde 98’lik kısmı kodlanmayan DNA (non coding) olarak bilinir ve kalıtsal olarak aldığımız duygu, düşünce ve karakter özelliklerinin çoğundan sorumludur. Bu kodlanmayan DNA bölgeleri özellikle metillenme yoluyla stresten etkilenir ve bize çevremizle uyumlu olmamızı sağlayan belirli özellikler sağlar. Bir nevi çevresel esneklikle dünyaya geliriz. Genetik plastisite… Bu uyumu sağlayan şey DNA da meydana gelen epigenetik değişikliklerdir. Böylece yaşanılan stres DNA’da değişiklikler yaparak nesiller boyu aktarılmış olur. Halk arasında deriz ya, bu çocuk kızgınlığını dayısından almış… şuna buna çekmiş…
Kime Çekmiş Bu Çocuk?
Artık bilimsel veriler bize şunu söylemekte: Kaygı, stres, korku, sevgi eksikliği, duygusal açlık, depresyon ve ruh haleti gibi durumlar anne babadan çocuğa aktarılıyor.
Sigismund Freud’un nişanlısı Martha’ya yazdığı mektupta da belirttiği gibi anne babalardan sadece genler değil duygular da geçiyor. Karpat Dağları eteklerinde güzel bir çocukluk dönemi geçiren Freud mektubunda o zamanlar pek gündemde olmayan epigenetikten şöyle bahsediyor: Duygusallığımı, tutkulu mizacımı ve ateşli heyecanlarımı annemden almışım. Freud’un güzelliğiyle tanınan ve torunlarının “kasırga” adını taktıkları annesi Amalia 90 yaşındayken kızlarından birinin hediye ettiği bir şapkayı “Ben bunu takmam, beni yaşlı gösteriyor,” diye reddetmiştir.
O halde genetik bilimimi şöyle özetlemek mümkün müdür?
Gülüşü annesine çekmiş
Gözlerini büyük babasından almış
Armut dibine düşmüş
Kız halaya oğlan dayıya
İyi bir aile terbiyesi almış, belli (Epigenetik)
Dahası da var. Anne babalarımızı da suçlamaya gerek yok. Onların da anne babalarından geliyor bu özellikler. Sonuç, büyük bir paradigma değişikliği.
Ebeveynlerin yeni nesle aktardığı tek şey sadece genleri değil, bütün hayatıdır…
Özetle anne babalar ve akrabalar duygularını, tecrübelerini ve stres durumlarını da çocuklara aktarıyorlar.
Ünlü Bir Fıkra
Epigenetikle ilgili ortada dolaşan meşhur bir fıkra vardır.
Darwin ile Freud’u birlikte otururken gören bir anne yanlarına varıp kızını onlara şikâyet etmiş, “Ey büyük bilim adamları, kızımın bir derdi var.”
Darwin ve Freud merakla sormuşlar “hayırdır bacım, kızınızın neyi var?”
“Kızım çok mutsuz, ruh hali bozuk, kavgacı, beni hiç dinlemiyor.”
Darwin hiç düşünmeden yanıtlamış: “Kızınızın sorunu genetik olmalı.”
Freud ise “hayır” demiş, ne münasebet “Sorun anne kaynaklı. Anasına çekmiş olmalı.”
Anne şaşırmış, çaresizce sormuş: “Hanginiz doğru söylüyor?”
İşe bakın ki tam o sırada oradan geçen Conrad Waddington araya girmiş: “İkisi de doğru söylüyor hanımefendi, sorun epigenetik.”
Epigenetik
Aynı rahmi paylaşan genetik kodları tıpatıp aynı olan ikizler neden birbirinden farklıdır?
Epigenetik kelimesi, “genomun üstündeki” anlamında, genleri biraz dışlayan bir terim. Epigraftaki, epifizdeki ve epifitteki EPİ- öneki “üzerinde” anlamına gelmektedir. Embriyolog Conrad Waddington 1956’da Evolution dergisinde bir makale yayınladı. Bu makalede, bir çevresel uyarıcıya tepki olarak genomun değişebileceğini anlatan epigenez kavramını ortaya attı. Epigenez sonrasında epigenetik oldu.
Genom donanım ise epigenom yazılım olarak adlandırılabilir. Epigenom, genlerin ne zaman, nasıl, nerede ve ne kadar süre ile çalışacağını belirliyor. İşte insan epigenom projesi bu sorulara cevap arıyor.
En yaygın epigenetik mekanizma DNA metilasyonudur. DNA’ya metil grubunun eklenmesiyle birlikte gen ifadesinin dolayısıyla hücre fonksiyonlarının değişmesiyle sonuçlanır. Bir diğer epigenetik mekanizma mikroRNA olarak bilinen küçük RNA molekülleri düzeyinde gerçekleşir. Epigenetik mekanizmalarla ilgili yapılan çalışmalar travmanın gelecek nesillere aktarılmasıyla ilgili somut veriler sunmaktadır.
Travma ve Depresyon Epigenetik Mekanizması
11 Eylül saldırısı sırasında hamile olan kadınların düşük kortizol düzeyine sahip çocuk doğurmaları ve bu düşük seviyelerin çocuklarda stres yönetiminin olumsuz etkilenmesiyle sonuçlanan bir çalışma da epigenetik mekanizmaların muhtemel etkilerinden söz edilmiştir. Bu çocukların aynı zamanda yüksek seslerden ve tanımadıkları insanlardan korktukları da tespit edilmiştir.
‘Depresyonun Epigenetik Mekanizması’ adlı 2014 yılında yapılan bir çalışma da stresli yaşam olaylarının sonraki nesillerde strese yatkınlığı artırdığı dile getirilmiştir.
Fareler üzerinde yapılmış bir çalışmada da annelerinden ayrı kalmış yavru farelerin büyüdüklerinde depresyon belirtisi gösterdikleri, bazı erkek farelerin belirti göstermeyip dişi yavrularına epigenetik olarak aktardıkları, stresten beyin ve sinir sisteminin yanı sıra üreme hücrelerinin de etkilendiği gösterilmiştir.
Yine erkek farelerin annelerinden ayrılmasıyla yaşatılan stres üzerinden yapılan diğer çalışmada ikinci ve üçüncü nesildeki yavrularda travma yaşanmamasına rağmen aynı belirtiler gözlemlenmiştir. Bu farelerin kan, sperm ve stres etkilerini düzenleyen beyin bölgesi olan hipokampus bölgesinde artmış mikroRNA tespit edilmiştir.
Geçmiş Geçmemiştir, Çünkü Genler ve Bağışıklık Hücreleri Geçmişi Unutmaz
Günümüzde kişisel gelişim alanında yazılmış çoğu kitap geçmişi geçmişte bırakmak gerektiğini ve şu anı değerlendirmemiz gerektiğini yazar. Bazı bilgeler için ömürlük bir slogandır, zaman şimdi. Dün gitti, yarın gelmedi.
Bu doğrudur fakat geçmişin tam olarak geçtiğini söyleyemeyiz.
Genlerimize işlenmiş şekilde bizi etkilemektedir.
Burada yapılması gereken ne geçmişe tutunmak ne de geçmişi inkâr etmektir; geçmiş travmaları açığa çıkartarak şimdiki zamandaki etkileri konusunda uyanık olmak, belli başlı olumsuz kalıpları olumluya çevirmek olabilir. Elbette ki bunu tek başına başarmak zordur.
Özellikle kronik hastalıklarda, kronik ağrı durumlarında, yersiz endişe kaygı gibi durumlarda, uyku bozukluklarında mevcut tedaviye ek olarak uzman desteği alınmalıdır.
‘Her şeyi yapıyorum ama geçmiyor’ diyorsanız mutlaka altta yatan olumsuz özgeçmişin ve geçmiş travmaların incelenmesi gerekmektedir.
Çünkü kişinin psikosomatik yapısı beden ve zihinle girift bir ilişki içindedir. Öyle ki psikolojik bir travma atalarımızın dediği gibi adamın dizlerinin bağını çözmüş, belini bükmüş ve boynunu eğmiş, bir gecede saçını beyazlatmış ve üzüntüden verem etmiştir.
Bu nedenle özellikle kronikleşmiş romatizma vakalarında bu tür sosyal ve psikolojik alt yapı sorunları iyice irdelenmeli ve hastaya hastalığının kronik alt yapısını çözerken uygulanacak olan geriye dönük rejeneratif reinfo ve remember tedavisi vurgulanmalıdır. Hastalık yumağı geriye doğru sarılırken ve çözülürken hasta eskilerde yaşadığı fiziksel ve ruhsal travmalarını tekrar hatırlayacak ve ancak bunlarla yüzleştikten sonra hastalığı yenebilecektir.
Kronik hastalığınızla baş etmeniz için tek öğrenmeniz gereken şey anı yaşamayı öğrenmektir. Zaman şimdi. Şu anda olmanın ne kadar önemli olduğunu insan çok geç farkeder. İnsanın alışageldiği bütün o koşuşturmacalar hızını kestiğinde veya kaybolup gittiklerinde insanın en gerçek ihtiyacı olan şey “anlarda” yaşadıkları değil midir?
Travma Sonrası Bilinçaltının Disiplin Altına Alınması
Geçmiş ve gelecek sizin iradeniz altında değildir. Bu nedenle tedavilere ek olarak hastalığın fiziksel ve biyolojik boyutu ele alınırken bilinçaltının disiplin altına alınması da önem arz etmektedir.
Bunun için 3 disiplin gereklidir.
1. Beyin-Zihin-Bilinçaltı
2. Kalp-Duygular
3. Nefis-Arzular
Bunların her birinin kuralları ve disipline edilmesi ayrı konulardır. Yazımızın sınırlarını aştığı için başka bir makaleye konu olmak üzere bu meseleyi şimdilik bitiriyoruz.
Bu hastalık grubunun tedavisinde, hastaların yaşamı boyunca maruz kaldıkları tüm stres faktörlerinin ele alınarak tedaviye katkı sağlanması çok önemlidir. Kişinin hayatında, daha önceden yaşanmış olaylarla ilgili olarak, affedemediği kişi veya kişiler varsa ve sürekli suçlama söz konusu ise bilinçaltı sürekli karmaşık olacak ve dopamin, melatonin ve seratonin gibi mutluluk hormonlarının salgılanmasını baskılayacak ve azaltacaktır. Nöradrenalin – Kortizon gibi stres hormonlarının DENGELENMESİ, Dopamin – Melatonin – Seratonin gibi, vücudumuzu rejenere eden hormonların AKTİVASYONU sağlanırsa, bu hastalıkların iyileşme süreci hızlanacaktır.
EK: Haber ve Sosyal Medya Görüntüleri
Travmatize bir nesil: Travmanın çocuklar ve gençler üzerindeki etkileri
COVID-19 pandemisine dahil olmak, ciddi bir kaza, şiddetli suç, terörist saldırı veya deprem, sel, patlama veya kasırga gibi doğal afet çocuklar için ezici bir şekilde stresli olabilir. Bir felaket, kriz veya başka bir rahatsız edici olay travmatik strese neden olabilir, çocuğunuzun güvenlik duygusunu zayıflatabilir ve özellikle kendisini çaresiz ve savunmasız hissetmelerine neden olabilir. Bağışıklık sistemi zayıflayabilir. Bir felaketten doğrudan etkilenmeyen çocuklar veya gençler bile, haber veya sosyal medyada olayın korkunç görüntülerine tekrar tekrar maruz kaldıklarında travmatize olabilirler.